İnsan görünümündeki robotlarla dolu bir dünyada yaşıyoruz. Hepsi bir şeylerin tutsağı ve hepsi başkalaşmış. Çünkü kendini gerçekleştiremeyen insan ona dayatılan kimliğin kölesidir. Cengiz Aytmatov’ un “Gün Olur Asra Bedel” romanında anlattığı Mankurt hikayesindeki gibi; Türk, Altay ve Kırgız efsanelerindeki bilinçsiz kölelerdir.
Köleleşmenin tek yöntemi hikâyede belirtilen yöntem değil elbette. Yani Mankurt haline getirilmek istenen kişinin önce başını kazımak, ardından başına ıslak bir deve derisi sarmak ve onu elleri kolları bağlı güneş altında bırakmak sonra deve derisi gerildikçe başın mengene gibi sıkılması ve inanılmaz acılarla kişinin düşünme yetisini kaybetmesinin sağlanması değil, günümüzde bunun farklı yöntemleri var. Bu yöntemlerin başında algıların değiştirilmesi gelmektedir.
Peki, beyin nasıl yıkanır?
Çocukluktan itibaren sürdürülen formal ve informal öğrenmelerle.
Birey, kendinden önce dünyaya gelmişlerin çocuğudur. Onların öğrenmelerinin aktarıldığı, eğitim sistemiyle üstüne yeni öğrenmelerin konulduğu ezberlerin ürünüdür. Dolayısıyla oluşturulan sistemlerle onun görmek istediği kadarını görmesi, duymak istediği kadarını duymasını sağlar. Böylece tornadan çıkmış birbirinin aynısı bireylerle kuşatılır dünya.
Bu denli algı oluşturan sistemlere rağmen halen bir parça “ben” kalabilenler var mıdır? sorusunu buraya bırakıyor ve devam ediyorum.
Algı operasyonlarıyla “Ben bir başkasıdır” kimlikliler yetiştirilir. Taptıkları şeyler bellidir ki bunlar onları kullanmaya, köleleştirmeye yöneliktir.
Bu kölelerin içlerinde duygusal zekâsı yüksek olanlar da vardır elbette. Duygusal zekâ iyi yetişmiş insanlar için avantajdır. Ancak paraya, güce, makama tapanlar için korkunç bir silahtır. Çünkü onlar hedeflediklerinin tutsağıdırlar ve hedefleri için her şeyi yaparlar. Yalan, dolan, ihanet, en iyi dostları birbirine düşman etme ve akla gelebilecek sayısız yöntem daha…
O kadar ki bu hastalar birbirini iyi tanırlar. Biri ötekine şizofren, öteki birine bipolar der!
Öykü bu ya yolları kesişen bu hastalar birbiri ile rekabet ederler. Biri ötekini harcar, sonra sıkışınca onunla iş birliği yapar. Bu kendini zeki sanan zavallılar hep aynı noktada buluşurlar. Buluştukları yerin adı kötülüktür!
Çünkü iyilik de kötülük de bir öğrenmedir ve onların öğrendikleri kötülüktür.
İşin en komiği de bu kötüler kendilerini kimlik sahibi ve makbul insan sayarlar. Daha da ötesi her şeyin en doğrusunu bildiklerini sanırlar. Hatta kendilerine tapar, hayranlık duyarlar.
Kimlerden mi söz ediyorum elbette ki ‘narsistler’ den.
Hayat öyle bir yol ki yaşınız, mevkiniz ne olursa olsun öğrenirsiniz ve hayat bu türleri çıkarır karşınıza. O noktada isyan edersiniz hayata. İnanamazsınız yaşadıklarınıza.
Sonuç mu bu karmaşanın yanıtını verdiğini düşündüğüm bir şiiri aşağıda paylaşmak istiyorum.
Şiirin adı: “İşkence Edilen Yürek”
O yürek yukarıda sorduğum sorunun yanıtı aslında. Soru şuydu “bu denli algı oluşturan sistemlere rağmen halen bir parça “ben” kalabilenler var mıdır?”
Eğer insanı robotlaştıran sistemlere rağmen bir parça ‘ben’ kalabilmiş olanlar varsa, halen umut var demektir. Peki kimin yüreği bu “İşkence Edilen Yürek” (?)
Yanıtı şiirin sonunda!…
Kederli yüreğim salya-sümük güvertede
Yüreğim asker sigarasıyla izmarit dolu:
Çorba atıklarını fırlattılar oraya bile.
Kederli yüreğim salya-sümük güvertede:
Bir küfür tufanı eratın ağzında bilmece
Gülerler durmadan kahkahaları sulu mu sulu.
Kederli yüreğim salya-sümük güvertede.
Yüreğim asker sigarasıyla izmarit dolu!
Maslahatlar alesta kalıp çekmeye hazır
Baştan çıkarır yüreğimi küfür hazretleri.
Dümende dalga geçerler tepeden tırnağa hazır.
Maslahatlar alesta kalıp çekmeye hazır.
Ey büyüleyici dalgalar o sayenizde paklanır,
Alın yüreğimi yıkayın, bilsin temizliği!
Maslahatlar alesta kalıp çekmeye hazır.
Baştan çıkarır yüreğimi küfür hazretleri!
Küfürleri bitip tütünleri de tükenince
Ne yapacağım ben, ey çalınmış yüreğim?
Hıçkırık olacaklar hepsi meyhane türkülerinde
Küfürleri bitip tütünleri de tükenince,
Bir meydan savaşı başlayacak zavallı midemde
Yüreğim örselenmiş dalım kırılmışsa benim
Küfürleri bitip tütünleri de tükenince
Ne yapacağım ben, ey çalınmış yüreğim?
Şiirin yazarı Arthur Rimbaud. Yürek yıkanır mı, temizliği bilir mi, insan uslanır mı bilmem ama yürek de insan da ölür!
Yalan dolan üzerine kurulmuş yaşamlar. Paranın, gücün, makamın kölesi yaşamlar çıkarları uğruna ezer, üzer, sömürürler. Bu denli biçimlendirilmiş ve belirli odaklara hizmet eden sistemlere rağmen halen özünü yaşatabilen ‘ben’ ler varsa ne ala.
Ancak bir başkası olan benlerin olduğu bir dünyada rahat yok insana, insanlığa…
Çalınmış yürekler ve insan görünümündeki maskeler!
Gel de umutlan böylesi bir dünyada… Gel de tutun ve barış yaşamla…
Barış güvercinleri çoktan sermayenin kölesi,
Özgürlük ve eşitlik çoktan bölücülüğün mezesi olmuş durumda.
Peki nedir güç, makam, para?
Yaşadığını sanan ama hiç yaşamayan hayatlardır. Yitip giden insanlardır.
Onlar ezmeye, üzmeye, sömürmeye devam etsinler çünkü öğrenmeleri böyle!
Zalimlerin kahraman, kahramanların hain olduğu algısının oluşturulduğu bir dünyanın sonunu “ben bir başkası’ olduğunun farkında olanlar götürecek. Sanatçılar, aydınlar, bu denli kodlamalara rağmen düşünebilenler götürecek.
Korkma!