TÜMÖD İSTANBUL’DA DEPREM TOPLANTISI YAPIYOR: DEPREM ÖNGÖRÜLEMEZ DEĞİLDİR!.. İSTANBUL DEPREMİ’NE İLİŞKİN GÖRÜŞLERDEKİ FAY HATTI!

ÖZEL HABER 13.06.2025 - 13:47, Güncelleme: 13.06.2025 - 13:47 4321 kez okundu.
 

TÜMÖD İSTANBUL’DA DEPREM TOPLANTISI YAPIYOR: DEPREM ÖNGÖRÜLEMEZ DEĞİLDİR!.. İSTANBUL DEPREMİ’NE İLİŞKİN GÖRÜŞLERDEKİ FAY HATTI!

Düzenlenecek Toplantıda, “Deprem Sorunsalı”, “Marmara Depremi”, “Deprem Öngörülemez Değildir!” ve “İstanbul Depremi’ne İlişkin Görüşlerdeki Fay Hattı!”, keza, “Kentler Depremlere Nasıl Hazırlanmalı?” temaları işlenecek.

Söz konusu toplantı, 14 Haziran Cumartesi Günü, 14.00’te, Kadıköy’de Barış Manço Kültür Merkezi’nde gerçekleşecek. Toplantıyı, TÜMÖD İstanbul Şube Başkanı Prof. Dr. Şule Daldal yönetecek.   Konuşmacılar, İTÜ’den Prof. Dr. Cenk Yaltırak, İÜ’den Prof. Dr. Eşref Yalçınkaya, TÜMÖD Genel Başkanı Prof. Dr. Tolga Yarman, ve İÜ’nden Prof. Dr. Pelin Pınar Giritlioğlu… Konuşmacıların, yapacakları konuşmaların özetleri aşağıdaki gibi… Toplantı’da, “Deprem Sorunsalı”, “Marmara Depremi”, “Deprem Öngörülemez Değildir!” ve “İstanbul Depremi’ne İlişkin Görüşlerdeki Fay Hattı!”, keza, “Kentler Depremlere Nasıl Hazırlanmalı?”, temaları işlenecek. GENEL DEPREM FİZİĞİNİN, ÜLKEMİZ DEPREMLERİ İTİBARİYLE KIRILMA ÖZELLİKLERİYLE OLUŞTURDUĞU ETKİLER Prof. Dr. Eşref YALÇINKAYA İÜC Jeofizik Müh. Sismoloji ABD Başkanı “Deprem biliminin” en önde gelen sorularından biri depremlerin neden olduğu sorusudur. Bu soru 1960’lı yıllarda ortaya konan levha tektoniği kuramıyla belirli bir seviyede cevaplanmıştır. Katı yer kabuğu, levha sınırları boyunca göreceli olarak hareket eder ve bu hareket (kayma) depremleri oluşturur. Kayma, bazı yerlerde hissedilmeden devam ederken, bazı yerlerde büyük felaketlerle sonlanır. Levha sınırları boyunca oluşan milimetreler seviyesindeki hareket (gerilme), bazı noktalarda uzun yıllar boyunca biriktirilir ve büyük depremler sırasında metrelere varan kaymalarla serbestlenir. Bazı noktalarda ise biriken gerilme, akma (creep) veya yavaş depremlerle (slow earthquake) serbestlenebilir. Kırılmanın hızı, türü, yönü, kayma miktarı gibi etkenler, oluşan yer hareketinin (sismik dalgalar) özelliklerini belirler. Bunun yanında, büyük depremler etrafında bulunan faylarda gerilme artışına veya düşümüne neden olur. Değişim, olacak bir depremi öne çekebilir veya geciktirebilir. Tetiklenme saniyeler içinde olabileceği gibi, onlarca yıl içinde de olabilir. Bu konuşmada genel deprem fiziğinin, ülkemiz depremleri itibariyle kırılma özellikleri ve etkiler, o arada “İstanbul Depremi” üzerinde durulacaktır. MARMARA PROBLEMİ Prof. Dr. Cenk Yaltırak İTÜ Maden Fakültesinin Jeoloji Mühendisliği Bölümü Marmara Denizin’de ilk fay haritası 1930’larda o günün jeoloji modellerine göre yapılmıştır. 1999 depremine kadar denizden toplanmış verilere göre yayınlanmış fay haritaları yoktur. İlk deniz araştırmaları 1974 yılında petrol amaçlı başlamış ve 1996’dan itibaren aktif faylar haritalanarak deniz seviyesi değişiklikleri ile ilgili sismik veriler toplanmaya başlamıştır. Marmara’da 1974-1996 arası TPAO 4400 km, 1996’da Ali AKSU ve MUN 3390 km, 1998’de İTÜ - TÜBİTAK MTA 1360 km veri toplamış ve bunların tamamı kâğıt üzerinde haritalanmıştır. 1999 depreminden sonra Türk ve Yabancı gemiler Marmara’da 15 bin km civarında veri toplamıştır. Maalesef bu veriler sadece makalelerde kalmış ve bütünlenerek bir harita yapımında kullanılmamıştır. Her verinin kendi haritası sadece 2001’de yayınlanan bir makaleyi izlemiş sismik kesitlerde ve deniz tabanında izlenebilen birçok aktif fay haritalara geçmemiştir. 2019’dan başlayarak İTÜ’de tüm sismik kesitler bir veri tabanında bileştirilerek sayısal ortamda 22 bin km’lik bir uzunluğa ulaşmış ve yeni bir 3 boyutlu fay haritası yapımını sağlamıştır. Bu haritanın yapımını izleyen dönemde 2019 Silivri depreminde mevcut haritalarda görülmeyen faylar İTÜ haritasında çizili bulunmuş ve deprem lokasyonları sayesinde Marmara’da yetersiz haritalarla yapılmış çalışmalar sorgulanmaya başlamıştır. 21. yy’da deniz tabanında fay haritası yapmaya yönelik yöntemlerin gelişmesine rağmen, Marmara Problemi iki farklı yüzyılın tartışması olarak, halen sürmektedir. Bilinmesi gereken şudur ki, eğer fay haritası yanlış ise ondan üretilecek her bilgi ve varsayım, yöntemi doğru dahi olsa sonuç itibariyle yanlış olmaktadır. İlk düğme yanlış iliklenirse, devamı yanlış olmaya devam edecektir. Bu çerçevede, gelecek Marmara Depremleri’nin nasıl olacağı ve etkisi hakkında yaratılan kafa karışıklığı sürmeye devam edecektir.   DEPREM ÖNGÖRÜLEMEZ Mİ? TİTREŞİM – SES – ELEKTROMANYETİK IŞINIM Prof. Dr. Tolga yarman İstanbul Okan Üniversitesi, Mühendislik Fakültesi Büyük sayılacak depremlere, vukua geldikleri mevkilerde, hemen herkesin ürkütücü bulduğu bir ses eşlik ediyor… Bu olgunun sebebi, anlaşıldığı kadarıyla, bilim dünyası tarafından açıklan(a)mıyor. Yerçekimi nazariyemiz itibariyle, yuvarlak 20 Hz’lik frekans, deprem mevkiinde ölçülmesi gereken elektromanyetik ışıma frekansı, giderek, aynı sayıyı haiz olarak duyulması gereken, bir ses frekansı olmaktadır. 20 Hz, ses dünyasında gerçekten de, depremin büyüklüğüne bağlı olarak, yeğinliği yükselebilecek ve “ürkütücü” olarak tanımlanabilecek, bir ses frekansıdır. Söz konusu ses frekansının açıklaması bu durumda basitleşiyor… Yer (yani bir anlamda hançere), bu frekansta titreşince, yer üstündeki havanın da bu frekanstaki bir enerjiyi yaymaya geçeceği, hemen görülebiliyor. Titreşimler, “baskı ve baskıya karşı tepkinin oluşagitmesi” sonucu gelişiyor, ki, bu olgu açıkça, “baskının şiddetinin” artmasıyla ilintili görünüyor. Baskıdaki artma sürekliliği, deprem öncesi küçük titreşimlerden başlayarak, “frekans artmasına” sebebiyet verecektir. Yerdeki artagiden minik titreşimler sismograflar tarafından ölçülebilecektir. Bu titreşimler, diğer yandan, sergiledikleri frekansla havayı titreştireceklerdir. Havadaki, düzgün frekans artışlı minik titreşimler, işte örneğin, güvercinlerdeki huysuzlanma seviyesinin artmasıyla ölçülebilecektir. Söz konusu süreçlerin takibi süretiyle deprem kestirilebilir olmaktadır… KENTLER DEPREMLERE NASIL HAZIRLANMALI? Prof. Dr. Pelin Pınar Giritlioğlu İ.Ü. Siyasal Bilgiler Fakültesi, Kamu Yönetimi ve Siyaset Bilimi Bölümü, Kentleşme ve Çevre Sorunları Ana Bilim Dalı Son yıllarda, kentlerimizde depremlerin yıkıcı etkilerinin boyutları giderek artarken, kentlerin depremlerle başa çıkabilme becerisi ve kapasitesi, önemli bir tartışma konusu haline gelmiştir. Depremler ülkemizde her geçen gün kentleri daha fazla tehdit ederken, kentlerin dirençliliği tehdit altına girmektedir. Yeni yasalar çıkarmak ya da kısa erimli çözümler sunan kentsel dönüşüm uygulamaları yapmak, kentlerin kırılganlıklarını tersine çevirmede çoğu kez yeterli olamamakta, dirençliliği artırmak için soruna daha bütüncül yaklaşan bir anlayışa, gereksinim bulunmaktadır. Bir deprem ülkesi olan ve neo-liberal kentleşme politikalarını büyük bir hızla uygulayan Türkiye’de 1980’li, yıllarda neo-liberal kent düzeninin yeni yasaları hayata geçirilmiş ve bunlar öncelikle planlama eliyle uygulamaya sokulmuş, 2002 sonrası dönemde başlatılan yeni bir yasal düzenleme süreciyle, doğrudan depremi gerekçe gösteren ve hatta depremi küreselleşme sürecine tam entegrasyon için bir “fırsat” olarak gören bir kentsel dönüşüm politikası benimsenmiştir. İstanbul, bu yeni politikanın odağında yer almış, ülkenin tüm siyasi gelişmeleri de bu politikayı el birliği ile beslemiştir. Bu sunum, ülkemizde depreme ve kentsel dönüşüme yönelik yasalar ve planlar birbiri ardına hayata geçirilirken, deprem bekleyen İstanbul’un dirençliliğinin aslında büyük bir hızla azaldığını iddia etmektedir. Bu kapsamda ilgili yasalar, planlar ve diğer belgeler İstanbul üzerinden okunacaktır. Böylece İstanbul örneği üzerinden deprem bekleyen kentlerin deprem dirençliliğinin nasıl artırılabileceğine yönelik öneriler sunulacaktır
Düzenlenecek Toplantıda, “Deprem Sorunsalı”, “Marmara Depremi”, “Deprem Öngörülemez Değildir!” ve “İstanbul Depremi’ne İlişkin Görüşlerdeki Fay Hattı!”, keza, “Kentler Depremlere Nasıl Hazırlanmalı?” temaları işlenecek.



Söz konusu toplantı, 14 Haziran Cumartesi Günü, 14.00’te, Kadıköy’de Barış Manço Kültür Merkezi’nde gerçekleşecek. Toplantıyı, TÜMÖD İstanbul Şube Başkanı Prof. Dr. Şule Daldal yönetecek.
 



Konuşmacılar, İTÜ’den Prof. Dr. Cenk Yaltırak, İÜ’den Prof. Dr. Eşref Yalçınkaya, TÜMÖD Genel Başkanı Prof. Dr. Tolga Yarman, ve İÜ’nden Prof. Dr. Pelin Pınar Giritlioğlu…

Konuşmacıların, yapacakları konuşmaların özetleri aşağıdaki gibi… Toplantı’da, “Deprem Sorunsalı”, “Marmara Depremi”, “Deprem Öngörülemez Değildir!” ve “İstanbul Depremi’ne İlişkin Görüşlerdeki Fay Hattı!”, keza, “Kentler Depremlere Nasıl Hazırlanmalı?”, temaları işlenecek.

GENEL DEPREM FİZİĞİNİN, ÜLKEMİZ DEPREMLERİ İTİBARİYLE KIRILMA ÖZELLİKLERİYLE OLUŞTURDUĞU ETKİLER

Prof. Dr. Eşref YALÇINKAYA

İÜC Jeofizik Müh. Sismoloji ABD Başkanı

“Deprem biliminin” en önde gelen sorularından biri depremlerin neden olduğu sorusudur. Bu soru 1960’lı yıllarda ortaya konan levha tektoniği kuramıyla belirli bir seviyede cevaplanmıştır.

Katı yer kabuğu, levha sınırları boyunca göreceli olarak hareket eder ve bu hareket (kayma) depremleri oluşturur. Kayma, bazı yerlerde hissedilmeden devam ederken, bazı yerlerde büyük felaketlerle sonlanır. Levha sınırları boyunca oluşan milimetreler seviyesindeki hareket (gerilme), bazı noktalarda uzun yıllar boyunca biriktirilir ve büyük depremler sırasında metrelere varan kaymalarla serbestlenir. Bazı noktalarda ise biriken gerilme, akma (creep) veya yavaş depremlerle (slow earthquake) serbestlenebilir. Kırılmanın hızı, türü, yönü, kayma miktarı gibi etkenler, oluşan yer hareketinin (sismik dalgalar) özelliklerini belirler. Bunun yanında, büyük depremler etrafında bulunan faylarda gerilme artışına veya düşümüne neden olur. Değişim, olacak bir depremi öne çekebilir veya geciktirebilir. Tetiklenme saniyeler içinde olabileceği gibi, onlarca yıl içinde de olabilir. Bu konuşmada genel deprem fiziğinin, ülkemiz depremleri itibariyle kırılma özellikleri ve etkiler, o arada “İstanbul Depremi” üzerinde durulacaktır.


MARMARA PROBLEMİ

Prof. Dr. Cenk Yaltırak

İTÜ Maden Fakültesinin Jeoloji Mühendisliği Bölümü

Marmara Denizin’de ilk fay haritası 1930’larda o günün jeoloji modellerine göre yapılmıştır. 1999 depremine kadar denizden toplanmış verilere göre yayınlanmış fay haritaları yoktur. İlk deniz araştırmaları 1974 yılında petrol amaçlı başlamış ve 1996’dan itibaren aktif faylar haritalanarak deniz seviyesi değişiklikleri ile ilgili sismik veriler toplanmaya başlamıştır.

Marmara’da 1974-1996 arası TPAO 4400 km, 1996’da Ali AKSU ve MUN 3390 km, 1998’de İTÜ - TÜBİTAK MTA 1360 km veri toplamış ve bunların tamamı kâğıt üzerinde haritalanmıştır.

1999 depreminden sonra Türk ve Yabancı gemiler Marmara’da 15 bin km civarında veri toplamıştır. Maalesef bu veriler sadece makalelerde kalmış ve bütünlenerek bir harita yapımında kullanılmamıştır. Her verinin kendi haritası sadece 2001’de yayınlanan bir makaleyi izlemiş sismik kesitlerde ve deniz tabanında izlenebilen birçok aktif fay haritalara geçmemiştir.

2019’dan başlayarak İTÜ’de tüm sismik kesitler bir veri tabanında bileştirilerek sayısal ortamda 22 bin km’lik bir uzunluğa ulaşmış ve yeni bir 3 boyutlu fay haritası yapımını sağlamıştır. Bu haritanın yapımını izleyen dönemde 2019 Silivri depreminde mevcut haritalarda görülmeyen faylar İTÜ haritasında çizili bulunmuş ve deprem lokasyonları sayesinde Marmara’da yetersiz haritalarla yapılmış çalışmalar sorgulanmaya başlamıştır. 21. yy’da deniz tabanında fay haritası yapmaya yönelik yöntemlerin gelişmesine rağmen, Marmara Problemi iki farklı yüzyılın tartışması olarak, halen sürmektedir. Bilinmesi gereken şudur ki, eğer fay haritası yanlış ise ondan üretilecek her bilgi ve varsayım, yöntemi doğru dahi olsa sonuç itibariyle yanlış olmaktadır. İlk düğme yanlış iliklenirse, devamı yanlış olmaya devam edecektir. Bu çerçevede, gelecek Marmara Depremleri’nin nasıl olacağı ve etkisi hakkında yaratılan kafa karışıklığı sürmeye devam edecektir.

 

DEPREM ÖNGÖRÜLEMEZ Mİ?

TİTREŞİM – SES – ELEKTROMANYETİK IŞINIM

Prof. Dr. Tolga yarman

İstanbul Okan Üniversitesi, Mühendislik Fakültesi

Büyük sayılacak depremlere, vukua geldikleri mevkilerde, hemen herkesin ürkütücü bulduğu bir ses eşlik ediyor… Bu olgunun sebebi, anlaşıldığı kadarıyla, bilim dünyası tarafından açıklan(a)mıyor. Yerçekimi nazariyemiz itibariyle, yuvarlak 20 Hz’lik frekans, deprem mevkiinde ölçülmesi gereken elektromanyetik ışıma frekansı, giderek, aynı sayıyı haiz olarak duyulması gereken, bir ses frekansı olmaktadır. 20 Hz, ses dünyasında gerçekten de, depremin büyüklüğüne bağlı olarak, yeğinliği yükselebilecek ve “ürkütücü” olarak tanımlanabilecek, bir ses frekansıdır. Söz konusu ses frekansının açıklaması bu durumda basitleşiyor… Yer (yani bir anlamda hançere), bu frekansta titreşince, yer üstündeki havanın da bu frekanstaki bir enerjiyi yaymaya geçeceği, hemen görülebiliyor. Titreşimler, “baskı ve baskıya karşı tepkinin oluşagitmesi” sonucu gelişiyor, ki, bu olgu açıkça, “baskının şiddetinin” artmasıyla ilintili görünüyor. Baskıdaki artma sürekliliği, deprem öncesi küçük titreşimlerden başlayarak, “frekans artmasına” sebebiyet verecektir. Yerdeki artagiden minik titreşimler sismograflar tarafından ölçülebilecektir. Bu titreşimler, diğer yandan, sergiledikleri frekansla havayı titreştireceklerdir.

Havadaki, düzgün frekans artışlı minik titreşimler, işte örneğin, güvercinlerdeki huysuzlanma seviyesinin artmasıyla ölçülebilecektir. Söz konusu süreçlerin takibi süretiyle deprem kestirilebilir olmaktadır…

KENTLER DEPREMLERE NASIL HAZIRLANMALI?

Prof. Dr. Pelin Pınar Giritlioğlu

İ.Ü. Siyasal Bilgiler Fakültesi, Kamu Yönetimi ve Siyaset Bilimi Bölümü, Kentleşme ve Çevre Sorunları Ana Bilim Dalı

Son yıllarda, kentlerimizde depremlerin yıkıcı etkilerinin boyutları giderek artarken, kentlerin depremlerle başa çıkabilme becerisi ve kapasitesi, önemli bir tartışma konusu haline gelmiştir.

Depremler ülkemizde her geçen gün kentleri daha fazla tehdit ederken, kentlerin dirençliliği tehdit altına girmektedir. Yeni yasalar çıkarmak ya da kısa erimli çözümler sunan kentsel dönüşüm uygulamaları yapmak, kentlerin kırılganlıklarını tersine çevirmede çoğu kez yeterli olamamakta, dirençliliği artırmak için soruna daha bütüncül yaklaşan bir anlayışa, gereksinim bulunmaktadır. Bir deprem ülkesi olan ve neo-liberal kentleşme politikalarını büyük bir hızla uygulayan Türkiye’de 1980’li, yıllarda neo-liberal kent düzeninin yeni yasaları hayata geçirilmiş ve bunlar öncelikle planlama eliyle uygulamaya sokulmuş, 2002 sonrası dönemde başlatılan yeni bir yasal düzenleme süreciyle, doğrudan depremi gerekçe gösteren ve hatta depremi küreselleşme sürecine tam entegrasyon için bir “fırsat” olarak gören bir kentsel dönüşüm politikası benimsenmiştir. İstanbul, bu yeni politikanın odağında yer almış, ülkenin tüm siyasi gelişmeleri de bu politikayı el birliği ile beslemiştir. Bu sunum, ülkemizde depreme ve kentsel dönüşüme yönelik yasalar ve planlar birbiri ardına hayata geçirilirken, deprem bekleyen İstanbul’un dirençliliğinin aslında büyük bir hızla azaldığını iddia etmektedir. Bu kapsamda ilgili yasalar, planlar ve diğer belgeler İstanbul üzerinden okunacaktır. Böylece İstanbul örneği üzerinden deprem bekleyen kentlerin deprem dirençliliğinin nasıl artırılabileceğine yönelik öneriler sunulacaktır

Habere ifade bırak !
Habere ait etiket tanımlanmamış.