EKONOMİNİN GİZLİ VERGİSİ: Enflasyon mu? Alım Gücü mü?
EKONOMİNİN GİZLİ VERGİSİ: Enflasyon mu? Alım Gücü mü?
Özgür İfade Gazetesine konuşan, ekonomi alanındaki yetkin Araştırmacı Gazeteci Yazar Erdal Direğin, halk arasında sıklıkla karıştırılan ancak bireysel refahı derinden etkileyen iki temel kavramı mercek altına aldı:Enflasyon ve Alım Gücü.
Özgür İfade Gazetesine konuşan, ekonomi alanındaki yetkin Araştırmacı Gazeteci Yazar Erdal Direğin, halk arasında sıklıkla karıştırılan ancak bireysel refahı derinden etkileyen iki temel kavramı mercek altına aldı:Enflasyon ve Alım Gücü.
Erdal Direğin, enflasyonun sadece bir fiyat artışı değil, aynı zamanda dar ve sabit gelirlinin cebindeki parayı hızla eriten bir "gizli vergi" olduğunu vurguladı. Yüksek enflasyonun, gelir dağılımını nasıl bozduğunu, zengini daha zengin, fakiri ise daha fakir yaptığını çarpıcı bir örnekle açıklayan Direğin, günümüz ekonomik gerçekliğini "Nominal yanılsama ve gelir adaletsizliği" ekseninde değerlendirdi.
ÖZGÜR İFADE : Sayın hocam merhaba, halk arasında Enflasyon ve Alım gücü arasındaki fark tam olarak ayırt edilemiyor. Sizin ekonomi alanında yetkin bir akademisyen olduğunuzu biliyoruz. Ekonomi konusunda bir çok makaleniz var. Bu konuda bize neler söylersiniz?
ERDAL DİREĞİN : Enflasyon ve alım gücü, ekonomik tartışmaların merkezinde yer alan iki temel kavramdır. Çoğu zaman birbiriyle karıştırılabilen bu iki terim, aslında bir madalyonun iki farklı yüzünü temsil eder. Aralarındaki ilişki yakın olsa da, ifade ettikleri ekonomik gerçeklikler ve bireyler üzerindeki etkileri farklıdır. O zaman önce enflasyonu, sonra Alım gücünü ayrı ayrı açıklamaya çalışayım.
1. Enflasyon Nedir? Sorusuna yanıt arayalım.
Basitçe ifade etmek gerekirse, enflasyon, ekonomideki mal ve hizmetlerin fiyatlarının genel düzeyinde zamanla meydana gelen sürekli artıştır.
Biraz daha açarsak ; belirli bir zaman dilimi içinde fiyatların genel olarak yükselmesi ve buna bağlı olarak paranın değerinin düşmesi durumudur.
Birde her zaman duyduğumuz ölçümleme nasıl yapılır onu da anlatayım. En yaygın ölçüm şekli, Tüketici Fiyat Endeksi (TÜFE) ve Üretici Fiyat Endeksi (ÜFE) gibi sepetler aracılığıyla yapılır. Bu endeksler, hane halkının ve üreticilerin kullandığı mal ve hizmetlerin fiyat değişimlerini gösterir.
Sonucunda, Enflasyon yükseldikçe, bir birim para (örneğin 100 TL) ile daha az mal veya hizmet satın alınabilir hale gelir.
2. olarak Alım Gücü Nedir? Sorusuna cevap arayalım.
Alım gücü ise, bireylerin veya hane halkının sahip oldukları para ile ne kadar mal ve hizmet satın alabildiğini ifade eder. Bu, kişisel refahın doğrudan bir göstergesidir.
Belirli bir gelir düzeyiyle (örneğin maaş, emekli aylığı) piyasadaki mal ve hizmetlerden ne kadarının satın alınabileceği kapasitesidir. Bunun ölçümlemesi, genellikle reel gelir üzerinden hesaplanır. Yani, nominal gelirin (elde edilen para miktarı) enflasyon oranına göre düzeltilmiş halidir.
Sonuç olarak : Alım gücü, tüketicinin cebindeki paranın ‘’gerçek’’değeridir.
3. Aralarındaki kritik farkı da şu şekilde anlatayım.
Enflasyon;
Fiyatların yükselme hızı ve genel düzeyini gösterir.
Kavramsal Fark Bir ekonomik olay veya süreçtir.
Enflasyon yükseldiğinde, alım gücü düşer (gelir sabitse).
Alım Gücü,
Gelirin, fiyatlar karşısındaki satın alma kapasitesini ve paranın değer kaybını gösterir.
Bir bireysel/hane halkı ekonomik durum göstergesidir.
Alım gücü artarsa, insanlar fiyatlar sabit olsa bile daha çok tüketebilir.
Enflasyon, alım gücünün düşmesinin en büyük nedenidir. Bir örnekle açıklayalım:
Bir kişinin aylık geliri 10.000 TL olsun.
Yıl başında temel bir ürünün fiyatı 100 TL iken, bu kişi aylık geliriyle 100 adet ürün alabilmektedir
(Alım Gücü).
Bir yıl sonra enflasyon nedeniyle bu ürünün fiyatı 120 TL’ye çıksın (Enflasyon).
Kişinin geliri 10.000 TL’de sabit kalırsa, artık sadece yaklaşık 83 adet ürün alabilecektir
(10.000/120≈83.3).
Bu senaryoda;
Enflasyon, ürün fiyatının %20 artmasıdır.
Alım gücü, kişinin satın alabildiği ürün miktarının 100’den 83’e düşmesiyle azalmıştır. İşte günümüzde yaşadıklarımız tam olarak budur. Gelirler artmadıkça halkın alım gücü her geçen gün azalmaktadır.
Enflasyon, tek başına bir sorundur; ancak asıl hissedilen, alım gücünün aşınmasıdır. Eğer gelirler (maaşlar) enflasyon oranından daha düşük bir hızda artarsa, bireylerin alım gücü reel olarak azalır. Bu, yaşam standartlarının düşmesine, tasarruf etme yeteneğinin kaybolmasına ve genel ekonomik güvensizliğe yol açar. Eğer gelirler enflasyon oranından daha yüksek bir hızda artarsa, alım gücü korunur veya artar. Ancak bu durum, enflasyonu daha da körükleme riski taşıyabilir.
Sonuç olarak enflasyon, fiyat artışlarını ve paranın değer kaybını gösteren makro bir olgudur. Alım gücü ise, bu fiyat artışları karşısında bireyin cebindeki paranın ne kadar işe yaradığını gösteren mikro bir refah göstergesidir. Bir ekonomi için nihai hedef, düşük ve istikrarlı enflasyon oranları sağlayarak, vatandaşlarının alım gücünü korumak ve artırmaktır. Ekonomik istikrar, ancak alım gücünün enflasyona yenik düşmediği bir ortamda sürdürülebilir hale gelir. Umarım enflasyon ile alım gücü arasındaki farkı net bir şekilde ortaya koymuşuzdur.
ÖZGÜR İFADE : Değerli hocam, hem bir ekonomist hem de gazeteci yazar kimliğiyle güncel siyasi ve ekonomik gelişmelere ilişkin değerlendirmeler yapan bir isimsiniz. Bu nedenle, enflasyon ve alım gücü analizlerini sadece teknik verilere değil, aynı zamanda bunun toplum ve gelir dağılımı üzerindeki sosyal etkilerini de araştırıp değerlendirme yapıyorsunuz. Zaten her yazınızda Toplumsal değerlere önem veriyorsunuz. Halkın yanındasınız. Bu şartlarda Toplumsal Adalet nasıl korunur? Ya da gerçekten korunuyor mu?
ERDAL DİREĞİN : Benim değerlendirmem de, enflasyon ve alım gücü ilişkisi genellikle nominal yanılsama ve gelir adaletsizliği ekseninde incelenir. Enflasyonun sadece bir fiyat artışı değil, aynı zamanda geniş kesimlerin ekonomik haklarını aşındıran bir ‘’gizli vergi’’ olduğunu da vurguluyorum.
Bir ekonomist olarak enflasyonun alım gücünü nasıl yediğini, nominal gelir (cebimize giren para) ve reel gelir (o parayla alabildiğimiz miktar) arasındaki fark üzerinden açıklanır. Nominal Artış Yetmez:
Çalışanların maaşlarına yapılan zamlar (nominal artışlar) yüksek enflasyon ortamında büyük görünse de, eğer bu zam oranı Tüketici Fiyat Endeksi'nin (TÜFE) gerisinde kalıyorsa, kişi teknik olarak fakirleşmektedir. Son yıllarda uygulanan model tam olarak budur.
Hissedilen Enflasyon, resmi enflasyon rakamları ile özellikle dar ve orta gelirlinin günlük hayatta en çok tükettiği gıda ve barınma gibi temel ihtiyaçlardaki fiyat artışları arasındaki makasa dikkat çekmek gerekiyor. Bu makas, ‘’hissedilen enflasyonun’’ çok daha yüksek olduğunu ve alım gücünün beklenen orandan daha hızlı düştüğünü gösterir.
ÖZGÜR İFADE : Enflasyonun Sosyal Maliyete ve Gelir Adaletine de etkisi var doğal olarak, bu durumu nasıl değerlendirirsiniz?
ERDAL DİREĞİN : Enflasyonun toplumsal sonuçları vardır. Enflasyonun en önemli etkisi, gelir dağılımındaki adaletsizliği artırmasıdır. Dar ve Sabit Gelirlinin Çaresizliği: Emekliler, memurlar ve asgari ücretliler gibi sabit gelire sahip kesimler, fiyat artışlarına karşı kendilerini koruyacak mali araçlara sahip değildir. Gelirleri, piyasada oluşan yüksek fiyatlara yetişmekte zorlanır. Bu durum, alım gücünün en hızlı bu kesimlerde erimesine ve temel ihtiyaçlardan kısılmasına yol açar.
Varlıklı olanlar ise enflasyondan korunmak için paralarını gayrimenkul, döviz, altın veya hisse senedi gibi araçlara yönlendirebilirler. Bu varlıklar, enflasyona karşı değerlerini korurken, sabit gelirlinin cebindeki paranın değeri erir. Sonuç olarak, enflasyon, zengini daha zengin, fakiri ise daha fakir yapma eğilimi gösterir. Bu, alım gücü farklılıklarının toplumsal kutuplaşmayı derinleştirdiğini gösterir.
ÖZGÜR İFADE : Ekonomi, Güven ve Adalet gerektirir. Ayrıca piyasalar beklentilerin etkisi ile şekillenir. Bu durumdan ülkemiz nasıl çıkar? Bugün için hükümetin yürüttüğü program güven ve beklenti açısından olumlu sinyaller veriyor mu?
ERDAL DİREĞİN : Beklentilerin yönetilmesi ve ekonomik güven kritik rol oynar. Sorunuza doğrudan cevap vereyim. Hukuk kurallarının tam olarak uygulanmadığı ortamda güven nasıl tesis edilebilir.
Güven sağlayamayan bir ülkeye yatırımcı gelir mi? Gelirse de riski satın almadan gelir. Yıllık ödediğimiz faiz dudak uçuklatacak kadar yüksek. Sadece vergi artırarak sıcak paraya ulaşmak çözüm değil. Bu şekilde yüksek enflasyonu alım gücünü azaltarak düşürmeye çalışmak, halkına eziyet etmektir.
Eğer piyasa aktörleri (üreticiler, tüccarlar, tüketiciler) fiyatların gelecekte daha da artacağına inanırsa, bu beklenti kendi kendini gerçekleştiren bir kehanete dönüşür. Üreticiler fiyatlarını daha yüksek belirler, bu da enflasyon sarmalını hızlandırır ve alım gücünü daha da baskılar.
Yüksek belirsizlik ve enflasyon ortamı, tasarrufları uzun vadeli yatırımlardan (üretim, kapasite artışı) uzaklaştırıp kısa vadeli spekülatif araçlara (döviz, altın) yönlendirir. Uzun vadeli yatırımların azalması ise, ülke ekonomisinin üretkenliğini ve dolayısıyla genel alım gücünü artırma potansiyelini ortadan kaldırır.
Özetle, Yüksek enflasyon, alım gücünü teknik bir düşüşten ibaret görmez; onu, halkın refah düzeyini düşüren, gelir dağılımını bozan ve toplumsal huzursuzluğu tetikleyen bir siyasi ve sosyal sorun olarak ele alır. Bu sorunun çözümü, sadece para basımını durdurmak değil, aynı zamanda ekonomik politikalarda güveni tesis etmek ve düşük gelirlilerin alım gücünü reel olarak koruyacak sosyal adalet mekanizmalarını devreye sokmak en akıllıca yöntemdir.
Dışarıya bağımlı yaşıyoruz, ekonomide yapısal reformlar gerekir. Kobilerden başlayarak vergilerde rahatlama sağlanmalı, Tarıma gerekli destekler sağlanmalı, çiftçi üretmeli, üretime teşvik edilmeli.
Gayri Safi Milli Hasıladan payını tam olarak almalıdır. Buna üretimde kullanılan mazottan ÖTV ve KDV kaldırılarak başlanabilir. İthalat silahını çekerek fiyatlar aşağıya çekilmez. Çiftçi bu girdilerle asla kar sağlayamaz. Her yıl zarar edeceğini bile bile ekiyor, üretiyor. Çünkü başka bir iş bilmiyor. Çiftçilik baba ve dede mesleği olarak kabul ediliyor. Sanayici desteklenmeli, ucuz işçilik var diye kendi yatırımcımız bile fabrikalarını Bangladeş ve Mısır gibi ülkelere taşıyorlar. Bu durum, zaten çok ciddi boyutlardaki işsizliği biraz daha yükseltiyor.
Son olarak kiraların 30 bin liradan başladığı büyük kentlerde, bu emekli maaşları ve asgari ücretle barınmak imkansız hale geldi. Enflasyon, alım gücü ve gelir adaletsizliğinin birbirini tetiklediği ortamdan çıkmak hiç de kolay olmayacaktır.
ÖZGÜR İFADE : Erdal hocam size çok teşekkür ediyoruz. Her sorumuzu içtenlikle cevapladınız. Çözüm önerilerinizi de paylaştınız. Umarız güzel günlere bir an önce ulaşırız.
ERDAL DİREĞİN : Ben teşekkür ediyorum. Bu şekilde sürmeyeceğini de tekrarlayarak, Atatürk’ün bir sözü ile bitirelim. “Umutsuz durumlar yoktur, umutsuz insanlar vardır”
