Ülkenin dört bir yanından yükselen dumanlar, sadece gökyüzünü değil, içimizi de karartıyor.
Mevsim normallerinin çok üstündeki sıcaklık, kavrulan toprak, yönü değişen rüzgar…
Ve bir kıvılcım.
Bir sigara izmariti.
Bir cam parçası.
Bir ihmal.
Evet, uçaklar havalanıyor. Arazözler, personeller, görevli ekipler mücadelede.
Ama yetersiz.
Çünkü ateşin karşısında yalnızca ekipman değil, toplumsal bilinç de gerekiyor.
Bu yangınlar sadece ormanları değil;
bir çocuğun oyun alanını,
bir sincap ailesinin yuvasını,
bir köylünün geçim kaynağını,
bir ülkenin umudunu yakıyor.
Her yıl yüzlerce canlının diri diri yandığı, tarım arazilerinin yok olduğu, evlerin kül olduğu bir döngüdeyiz.
Ve hala cam şişeler toplanmıyor, izmaritler söndürülmeden atılıyor, ‘Bize bir şey olmaz’ deniyor.
Oysa gerçek şu:
Yangına karşı mücadelede her saniye, bir can demektir.
Her bilinçli davranış, bir hayat demektir.
Toplum olarak refleksimizi değiştirmedikçe,
bir telefon açmayı geç kaldıkça,
‘biri mutlaka müdahale eder’ rahatlığı sürdükçe,
maalesef bu ateş dinmeyecek.
Ama umut var.
Çünkü biz hâlâ gönüllülüğün gücüne inanıyoruz.
Daha fazla bilinçli birey, daha fazla eğitim, daha fazla gönüllü ile bu döngüyü kırmak mümkün.
Ve belki bir gün…
Ormanlar sadece yeşiliyle,
toprak sadece bereketiyle,
ve yazlar sadece sıcağıyla anılır.
Ama o güne kadar,
sorumluluk hepimizin omzunda.