Zehra Ünal
Köşe Yazarı
Zehra Ünal
 

“Gösterişin Gölgesinde Gençlik”

Günümüzde gençlik, lüks kahvecilerde yer bulamayan, ellerinde son model telefonlarla suşi paylaşan bir profile bürünmüş gibi görünüyor. Peki bu kötü mü? Hayır. Ama bu gösterişin altı gerçekten dolu mu, işte orası düşündürücü. Türkiye’de genç olmanın sadece zorluklarından bahsetmek, sürekli “kaçmak istiyorum” demek kolay. Oysa bu ülkede genç olmak, aynı zamanda bir konfor alanı da sunuyor. Aile desteğiyle lüks içinde yaşayan, kredi kartı ekstresini umursamadan alışveriş yapan ama bir yandan da “bu ülkede yaşanmıyor” diye yakınan bir kitle oluşmuş durumda. Bu tezat sadece ekonomik değil, aynı zamanda kültürel bir kırılma. Suşi yemek sorun değil, ama onu “story” atmadan yiyemiyorsan bir yerde yanlış gidiyor olabilir. Giydiğin markayla kimliğini inşa ediyor, bir AVM’de görünmeyince değersiz hissediyorsan, aslında özgürlüğünü kaybediyorsun. Ve en endişe verici olanı: Kendi kültüründen, köklerinden utanmaya başlıyorsan, gösteriş artık seni zehirliyor demektir. Görünüşe aldanan, içini unutan bir nesil... Başkasının onayına bağımlı bir hayat... Oysa ki ihtiyaç duyulan şey; kendi düşüncesiyle yol açan, özgürce üreten, kendini ifade eden gençliktir. Kimin nerede ne yediğini izlemektense, kendi düşünceleriyle topluma yön veren bir anlayış… Gösteriş yarışından bir adım geri çekilmenin zamanı. Gerçek başarıyı sadece “görünür olmakta” değil; üretmekte, etki yaratmakta, kendi özünü onurlandırmakta arayalım. Çünkü bu ülkenin gençliği yalnızca lüks mekanlarda poz veren değil; gerektiğinde yoksul ama onurlu, yalnız ama kararlı, sessiz ama dönüştürücü de olmalı. Peki bu döngüyü kırmak mümkün mü? Elbette mümkün. Ama önce bir durmak, kendini gerçekten duymak gerekiyor. Şöyle birkaç soruyu samimiyetle kendimize sorsak mesela: O “hikâye”yi atmadan mutlu olabiliyor muyum? Üzerimdeki markayı ben mi seçtim, yoksa seçilmiş olmaktan mı hoşlandım? Gittiğim mekanlar bana iyi geldiği için mi oradayım, yoksa başkalarının gözünde iyi görünmek için mi? Gerçekten neyi seviyorum, yoksa sadece popüler olanı mı benimsedim? Takip ettiğim hayatlar beni besliyor mu, yoksa içten içe çökertiyor mu? Bu sorular basit gibi görünür, ama dürüst yanıtlandığında kişisel bir devrim başlatabilir. Bakın; ailesine katkı sunan, kendi işini kuran, köyünden çıkmadan dünyaya seslenen binlerce genç var bu ülkede. Hatta sosyal medyada bile gösterişten uzak, sessizce binlerce insana ilham olan gençler mevcut. Onlar derinlikten besleniyor, çünkü biliyorlar ki başkalarının onayıyla kurulan hayatlar, o onay çekildiğinde yıkılır. Bunun yerine: Kendi ekonomik sınırlarını fark ederek yaşamak bir erdemdir. İkinci el kıyafet giyip gururla taşıyabilmek, başlı başına bir stil ve karakterdir. Trend olanı değil, içinden gelen müziği dinlemek seni tanımaya başlayan ilk adımdır. Herkes aynı mekânda selfie çekerken, sen bir kitapçıda saatler geçiriyorsan, işte o zaman "görünmeyen ama gelişen" bir gençsin demektir. Ve en önemlisi: Bağırmadan da var olunabilir. Gösterişin yerine derinliği koymak, bu neslin verebileceği en radikal cevap olabilir. Belki de geleceğin asıl ihtiyacı bu: Sorgulamak. Gerekirse topluma, gerekirse kendine karşı durmak. Ve ardından yol açmak… Gerçek bir iz bırakmak. Kendine şunu sor: “Ben görünmek için mi yaşıyorum, yoksa iz bırakmak için mi?”
Ekleme Tarihi: 01 June 2025 - Sunday
Zehra Ünal

“Gösterişin Gölgesinde Gençlik”

Günümüzde gençlik, lüks kahvecilerde yer bulamayan, ellerinde son model telefonlarla suşi paylaşan bir profile bürünmüş gibi görünüyor. Peki bu kötü mü? Hayır. Ama bu gösterişin altı gerçekten dolu mu, işte orası düşündürücü.

Türkiye’de genç olmanın sadece zorluklarından bahsetmek, sürekli “kaçmak istiyorum” demek kolay. Oysa bu ülkede genç olmak, aynı zamanda bir konfor alanı da sunuyor. Aile desteğiyle lüks içinde yaşayan, kredi kartı ekstresini umursamadan alışveriş yapan ama bir yandan da “bu ülkede yaşanmıyor” diye yakınan bir kitle oluşmuş durumda.

Bu tezat sadece ekonomik değil, aynı zamanda kültürel bir kırılma. Suşi yemek sorun değil, ama onu “story” atmadan yiyemiyorsan bir yerde yanlış gidiyor olabilir. Giydiğin markayla kimliğini inşa ediyor, bir AVM’de görünmeyince değersiz hissediyorsan, aslında özgürlüğünü kaybediyorsun. Ve en endişe verici olanı: Kendi kültüründen, köklerinden utanmaya başlıyorsan, gösteriş artık seni zehirliyor demektir.

Görünüşe aldanan, içini unutan bir nesil... Başkasının onayına bağımlı bir hayat... Oysa ki ihtiyaç duyulan şey; kendi düşüncesiyle yol açan, özgürce üreten, kendini ifade eden gençliktir. Kimin nerede ne yediğini izlemektense, kendi düşünceleriyle topluma yön veren bir anlayış…

Gösteriş yarışından bir adım geri çekilmenin zamanı. Gerçek başarıyı sadece “görünür olmakta” değil; üretmekte, etki yaratmakta, kendi özünü onurlandırmakta arayalım.

Çünkü bu ülkenin gençliği yalnızca lüks mekanlarda poz veren değil; gerektiğinde yoksul ama onurlu, yalnız ama kararlı, sessiz ama dönüştürücü de olmalı.

Peki bu döngüyü kırmak mümkün mü?

Elbette mümkün. Ama önce bir durmak, kendini gerçekten duymak gerekiyor. Şöyle birkaç soruyu samimiyetle kendimize sorsak mesela:

O “hikâye”yi atmadan mutlu olabiliyor muyum?

Üzerimdeki markayı ben mi seçtim, yoksa seçilmiş olmaktan mı hoşlandım?

Gittiğim mekanlar bana iyi geldiği için mi oradayım, yoksa başkalarının gözünde iyi görünmek için mi?

Gerçekten neyi seviyorum, yoksa sadece popüler olanı mı benimsedim?

Takip ettiğim hayatlar beni besliyor mu, yoksa içten içe çökertiyor mu?


Bu sorular basit gibi görünür, ama dürüst yanıtlandığında kişisel bir devrim başlatabilir.

Bakın; ailesine katkı sunan, kendi işini kuran, köyünden çıkmadan dünyaya seslenen binlerce genç var bu ülkede. Hatta sosyal medyada bile gösterişten uzak, sessizce binlerce insana ilham olan gençler mevcut. Onlar derinlikten besleniyor, çünkü biliyorlar ki başkalarının onayıyla kurulan hayatlar, o onay çekildiğinde yıkılır.

Bunun yerine:

Kendi ekonomik sınırlarını fark ederek yaşamak bir erdemdir.

İkinci el kıyafet giyip gururla taşıyabilmek, başlı başına bir stil ve karakterdir.

Trend olanı değil, içinden gelen müziği dinlemek seni tanımaya başlayan ilk adımdır.

Herkes aynı mekânda selfie çekerken, sen bir kitapçıda saatler geçiriyorsan, işte o zaman "görünmeyen ama gelişen" bir gençsin demektir.


Ve en önemlisi: Bağırmadan da var olunabilir. Gösterişin yerine derinliği koymak, bu neslin verebileceği en radikal cevap olabilir.

Belki de geleceğin asıl ihtiyacı bu: Sorgulamak. Gerekirse topluma, gerekirse kendine karşı durmak. Ve ardından yol açmak… Gerçek bir iz bırakmak.

Kendine şunu sor:
“Ben görünmek için mi yaşıyorum, yoksa iz bırakmak için mi?”

Yazıya ifade bırak !

Diğer Yazıları

17
September
13
August
25
July
16
May
18
April
03
March
27
February