Zehra Ünal
Köşe Yazarı
Zehra Ünal
 

Yazık mı Bize?

Bir zamanlar atasözlerimizle övünürdük. “Bizim milletin sözü altın gibidir” derdik… Oysa bir baktık ki, o altın sözler zamanla pas tutmuş. Kimi çarpıtılmış, kimi menfaate göre eğilip bükülmüş. Bugün dönüp baktığımda, toplum olarak kendi çürümemizi kendi sözlerimizle meşrulaştırmışız. “Bal tutan parmağını yalar” dedik, hırsızlığı sevimli gösterdik. “Devletin malı deniz, yemeyen domuz” dedik, devleti soymayı akıllılık sandık. “Yemeyenin malını yerler” dedik, dolandırıcılığı hak gibi gördük. “At binenin, kılıç kuşananın” dedik, gaspı kahramanlıkla süsledik. “Kol kırılır yen içinde kalır” dedik, tacizi, istismarı sessizlikle örttük. “Söz gümüşse sükût altındır” dedik, susarak yalancıya alan açtık. “Komşuda pişer bize de düşer” dedik, hazırcılığı öğüt gibi anlattık. “Kaz gelecek yerden tavuk esirgenmez” dedik, menfaatin adını dostluk koyduk. “Doğru söyleyeni dokuz köyden kovarlar” dedik, yalanı kural haline getirdik. “Bana dokunmayan yılan bin yaşasın” dedik, bencilliği yaşam biçimi yaptık. “Üzümünü ye bağını sorma” dedik, harama göz yumduk. “Köprüden geçene kadar ayıya dayı de” dedik, kurnazlığı akıl, ikiyüzlülüğü strateji sandık. Ve sonra da oturduk, “Toplum neden bozuldu?” diye sorduk. Oysa cevabı çoktan bellemiştik. Biz bozduk… Biz, sözün özünü çarpıtarak ahlakın omurgasını kırdık. Kültür, gelenek, örf… Bunlar sadece geçmişin yadigârı değil; toplumun yazılı olmayan hukuk kurallarıdır. Onlar çökerse, adalet de çürür, vicdan da. Hasta tavuktan sağlıklı yumurta çıkmaz; bozulmuş toplumdan erdem doğmaz. Belki de en acısı şu: Bu çürümeyi normalleştirdik. Artık kimse “yazık bize” bile demiyor. Oysa bir toplumun kurtuluşu, önce aynaya bakmasıyla başlar. Bizim aynada gördüğümüz yansıma hoşumuza gitmiyorsa, demek ki hâlâ umut var… Çünkü fark eden, düzeltebilir. Ama sormadan edemiyorum: Yazık mı bize, yoksa biz mi yazığız kendimize?..
Ekleme Tarihi: 19 Ekim 2025 -Pazar
Zehra Ünal

Yazık mı Bize?

Bir zamanlar atasözlerimizle övünürdük.
“Bizim milletin sözü altın gibidir” derdik…
Oysa bir baktık ki, o altın sözler zamanla pas tutmuş.
Kimi çarpıtılmış, kimi menfaate göre eğilip bükülmüş.
Bugün dönüp baktığımda, toplum olarak kendi çürümemizi kendi sözlerimizle meşrulaştırmışız.

“Bal tutan parmağını yalar” dedik, hırsızlığı sevimli gösterdik.
“Devletin malı deniz, yemeyen domuz” dedik, devleti soymayı akıllılık sandık.
“Yemeyenin malını yerler” dedik, dolandırıcılığı hak gibi gördük.
“At binenin, kılıç kuşananın” dedik, gaspı kahramanlıkla süsledik.
“Kol kırılır yen içinde kalır” dedik, tacizi, istismarı sessizlikle örttük.
“Söz gümüşse sükût altındır” dedik, susarak yalancıya alan açtık.
“Komşuda pişer bize de düşer” dedik, hazırcılığı öğüt gibi anlattık.
“Kaz gelecek yerden tavuk esirgenmez” dedik, menfaatin adını dostluk koyduk.
“Doğru söyleyeni dokuz köyden kovarlar” dedik, yalanı kural haline getirdik.
“Bana dokunmayan yılan bin yaşasın” dedik, bencilliği yaşam biçimi yaptık.
“Üzümünü ye bağını sorma” dedik, harama göz yumduk.
“Köprüden geçene kadar ayıya dayı de” dedik, kurnazlığı akıl, ikiyüzlülüğü strateji sandık.

Ve sonra da oturduk, “Toplum neden bozuldu?” diye sorduk.
Oysa cevabı çoktan bellemiştik.
Biz bozduk…
Biz, sözün özünü çarpıtarak ahlakın omurgasını kırdık.

Kültür, gelenek, örf…
Bunlar sadece geçmişin yadigârı değil; toplumun yazılı olmayan hukuk kurallarıdır.
Onlar çökerse, adalet de çürür, vicdan da.
Hasta tavuktan sağlıklı yumurta çıkmaz; bozulmuş toplumdan erdem doğmaz.

Belki de en acısı şu:
Bu çürümeyi normalleştirdik.
Artık kimse “yazık bize” bile demiyor.

Oysa bir toplumun kurtuluşu, önce aynaya bakmasıyla başlar.
Bizim aynada gördüğümüz yansıma hoşumuza gitmiyorsa,
demek ki hâlâ umut var…
Çünkü fark eden, düzeltebilir.

Ama sormadan edemiyorum:
Yazık mı bize, yoksa biz mi yazığız kendimize?..

Yazıya ifade bırak !

Diğer Yazıları

17
Eylül
13
Ağustos
25
Temmuz
16
Mayıs
18
Nisan
03
Mart
27
Şubat