Eğer insanımız bu sözün geniş anlamını bilmiyorsa, “ayıptır”, geriliktir, teamüller çerçevesinde hareket etmiyorsa, milli değerlerimizde sosyal çöküştür. Bu söz ve anlamı, ebeveynleri tarafından örnek olunarak, çocuklara öğretilmesi geren, altın değerinde edeptir.
Özellikle, ilişkilerimizde, “Utanç” ve gerçek “Saygı” gösterilmesi ve öyle hareket edenleri görmek, artık bulunmaz oldu. Örf ve adetlerimiz de yozlaştı.
Hele uyduruk “Sayın” sözünün yersiz ve gereksiz kullanılması, dayanılmayacak boyutlara erişti. Nefretle bakılan, değersiz olan, saygıyı hak etmemiş kişilere “Sayın” diye hitap etmek, alçak hissetme kompleksinin, yalakalığın, yaltaklanmanın ve aczin, ya da korkunun ifadesidir. Sayın diye değerlendirerek söze başlamak zorunluğu yoktur. Onun yerine hitap edilmekte olunan kişinin görevinin kullanılması bile yeterli olur.
Benim, gündemdeki haberleri tekrar etmediğimi, yazılarımı okuyanlar bilirler. Bu yazım geçen haftaki birkaç olaydan anımsanmış olsa da, milli bir karakter yanlışına ışık tuttuğundan ele aldım, umarım duyulur.
Geçtiğimiz Cuma gecesi Milli basketbol takımız komşumuz Yunanistan takımını büyük bir sayı farkıyla yendi. Gençlerimizi ve onların varlığını sağlayan herkesi kutlarım. Ancak ertesi gün gazetelerdeki başlıklar utanç vericiydi ve kınıyorum.
“Yıka Yıka sildik”, “Denize döktük”, “Ezdik”, “Ders verdik”, “Tarih yazdık” gibi abartıya ve hakarete varan, başka olayları çağrıştıran ve aşağılayıcı, hasmı küçültücü sözler, yenilen takımı küçültmez, husumeti körükler. Yenen takımın, ülkesini küçültür. Özellikle spor konusunda, yapılmış olması da hatayı büyütmekte, yapanı daha da küçültmektedir.
Balık hafızalı bir toplum olduğumuzdan, daha bir hafta olmadan İspanya futbol takımına görülmemiş bir yenilgiye uğradığımızı unutuverdik!
Kadın voleybol takımının bir anlık dikkat dağınıklığıyla şampiyonluğu kaçırdığını unutuverdik!
İspanyol ve İtalyan gazetelerinin bu yenilgi ve başarıda ne yazdıklarını bilmiyorum ve önemli de değil. Önemli olan bizim ne kalite bir toplum olduğumuzdur.
Şu da göz ardı edilmemelidir ki, İspanyollar gol sayısını 7-8’e hatta fazlasına rahatlıkla getirebilirlerdi. Başarılarının hakarete dönüşmemesi için belli etmeden atakları yavaşladılar. Takdir edilecek dostça bir davranıştı ve gerçek sporcu olarak örnek oldular.
İstiklal Savaşında, Atatürk, mağlup olmuş ve esir düşmüş Yunanlıların sancağının yerden kaldırılması emretmişti. İzmir kurtarıldığında Atatürk şehre girerken Yunan bayrağını yere serdiler. Atatürk, bayrağın üzerine basmasını bekleyenlere kızdı ve “Bayrak bir ulusun şerefidir, kaldırın bunu yerden” diyerek payladı.
Değerli okurlarım, başarı ve başarısızlık el ele gider. Maalesef pis politikacılar ve kahrolası çıkarlar nedeniyle ilişkilerimiz bozuk olan bir komşumuza onlar gibi hareketle, ne büyüyebiliriz ne de değerimizi yükseltebiliriz. Sade kendimiz küçültür, diğer pisliklerin seviyesine indiririz.
Vaktiyle sosyologlar vardı ve halka hatırlatmalar yaparlardı. Değerlerini yetirmiş 21. Yüzyıl dünyasında, basınımızın yol gösterme görevini unuttuğu gibi, onlar da görevlerini unuttular.
Atatürk’ü sevmek yetmez. Atatürk’ün dediklerini yapmamak çöküşümüzün nedeniyken, söylediklerini yapmayan, sevse ne yazar, sevmese ne yazar.
“Biz daima gerçeği arayan ve onu buldukça, bulduğumuza inandıkça, ifâde etmeye cesâret eden adamlar olmalıyız.” Diyen Atamızın bu büyük sözü herkese şamildir. Sözlerini yerine getirmeyenler, hatalarının büyüklüğünü, bugün yaşadıkları hayattan şikâyetçi oldukları şartlara kendilerinin neden olduklarını da bilmelidirler. Atatürk’ün yolundan ayrılmayı umursamamakla ülkeyi kaybetmek üzere olduklarını hatırlayıp, birlikte hareket etmelidirler.
Platon, demokrasiyi doğru uygulamanın imkânsıza yakın olduğunu da söylerdi. Hâlbuki Atatürk ilkeleri / Altıok gerçekti, her yönüyle mantıklı ve insancıl idi.
1939-1947 arasında halkımız fakirdi ama başı dikti ve İnönü’nün yanlışlarına rağmen gelecekten ümitli idi.
Köylümüz ve işçi sınıfı giyesilerini düzenleyecek imkânı bulamamıştı. Ama inanılmaz derecede saygılı ve vericiydi. Ayıbı, tevazu ile hareketi, hürmet etmesini de bilirdi. İlerleme yolunda şikâyetsiz çalışmaktaydı.
ABD’ye bağımlı olmaya başlayınca, her şey değişti.
1945-1950 arasında İnönü’nün ABD ile anlaşması ve hazır olmayan toplumuza erken olduğu bilinerek zorlanan sözde demokrasi, DP ile belamız oldu. Sonra da, hiçbir şey Atatürk’ün yolunda olmadı, hâlâ da değil. Halkımız maçta kazanıp şımaracağına, Atatürk gibi bir dehanın yolundan ayrılıp başka yollar arayarak 80 yıl neden boşa geçirdiklerine ve Ortadoğu ’ülkesine dönmemize neden olduklarına yansınlar.
Erdemlik satın alınmaz, değer ve takdire de hak edilmeden oluşmaz. Her şeyi bilir gibi etrafa çalım atanlar, vardıkları yere bir baksınlar ve sonra bir de aynaya bakarak, katkılarının olup olmadığını kendilerine sorsunlar. “Asıl önemli olan, memleketi temelinden yıkan, halkını esir eden, içerideki cephenin suskunluğudur” uyarısını neden dinlemediklerini, onun sözlerini yerine getirmediklerini, getirmeye çalışmayanları uyarmadıklarını, kendilerine sorsunlar.
Çöküşümüzün parçası oldukları için onları kınıyorum. Pazar günü milli basketbol takımımız Almanya’ya karşı çok daha iyi bir oyun çıkarabilirdi. İdaresizlik ve yakın sayılarla idare etmeyi kendilerine başarı olarak düşündükleri için, maalesef kaybettiler ve ikinci oldular.
İkinci olmak ta bir başarıdır ve küçümsenmemelidir. Ama her takımın hakkını alabileceğini ve hiçbir başarının ya da başarısızlığın, abartılmaması, ya da küçümsenmemesi gerektiğini öğrenmiş olduklarını umarım. Tevazu erdemliktir, başarıyı yükseltir.